Bugün yeniden tarihin belirleyicisi olmak için kişilere bel bağlamadan ve sisteme eyvallah etmeden, hakiki bir ‘var olma’ mücadelesini ortaya koymak gerekiyor.
İçinde yaşadığımız zaman, bütünüyle mükemmele ulaşmış bir makineyi oluşturmak için çalışır. Onun için aksayan, duran her şey dışarı atılarak sistemin dışında bırakılmalıdır. Sistemin kusursuzluğuna inancı muhafaza etmek için hep bir ölçü, bir kıvam, bir karar noktası oluşturur. Herkesin o noktaya yakınlığı kadar sistem içerisine dahiliyeti ve etkisi artar. Bu bakımdan bugün herkes o noktaya doğru gitmenin, hedefe ulaşmanın mücadelesini verir.
Bu hayat biçimi bize öyle basit bir şekilde sunulmaz. Bu sürekli geliştirilen ve giderek bağımlı bir ilişkiler silsilesi ile içinden çıkılamaz hale getirilir. Adeta onsuz yaşanmayacağına iman ettirilir. Zaten sanki bir dini ritüelmiş gibi insandan akışı bozmamızı istenir. Sistemin dışına atılmak ise “marjinalleştirilerek” sağlanır.
Ve bu durumda insan, pişman oluncaya kadar acıya tabi tutulur ve yalnızlığa terk edilir. Bu acı ve yıpratıcı deneyimde fayda vermezse toplumun ibret vesikası haline getirilir ve anormallikle suçlanılarak toplumun gözünden ayıklanır.
Kadınlara ve erkeklere her gün ekranlardan nasıl bir bedene sahip olmaları, neleri almaları, nelere dikkat etmeleri, çocuklarını nasıl yetiştirmeleri vb. birçok konuda uyulması gereken kriterler dikta edilir. Aynı zamanda bedenleri de bir cinsel meta halinde pazarlanır. Bu durum pazarın süreklilik dinamosu haline getirilir. Bu hastalıklı düşünceler her gün yüzlerce ister basılı isterse görsel kanaldan/mecradan empoze edilir. Bu durumun dili, dini, ırkı yoktur. Bir uçtan diğerine hepsi tek elden formatlanmış gibidir.
Bu bakımdan hayatı mükemmele çevirmenin ve dışarıda kalmamanın yolu uzlaşmak ve kabul edip gereğini yerine getirmek oluyor. Bugün buna direnç gösteren her inancı, her düşünceyi her yaşam biçimini defolu hale getirip küresel bir savaşın muhatabı kılıyor. Bu savaşlar aslında her egemenin kendi uyruğuna karşı olduğu gibi, aynı zamanda küresel sistemin, bütüne karşı vermiş olduğu gözdağıdır. Savaşlar/baskılar/kısıtlamalar ister ferdi olarak, ister toplumsal olarak yerini tayin ederken, bu ölçütleri göz önünde bulundurmaya teşvik etmenin bir yöntemi olarak kullanılıyor. Hatta öyle bir propaganda yürütülüyor ki gerçekliği ancak denetim altındaki zihinlerden başkası göremez deniyor. Neden mutsuzluklar bu kadar çok? Neden savaşlar, yıkımlar ve ağıtlar bu kadar sessiz ve çığlıklar neden ürpertmiyor? Neden kazandığını zannederken insan kaybediyor? Neden insanın bir hükmü yok? Belki de insana hükmetmenin yolu acıdan geçiyor. Acıya karşı çıkanın defosu ortaya çıkarılıp, tarihin dışına itiliyor.
Bütün süreçleri yeniden adlandırıp, benzeştirmek yerine; özgün bir biçim ortaya koyarak hakikati görünür kılmak ve insandan topluma; şefkati, merhameti ve adaleti karakter haline getirecek bir seferberliğe girişmek gerekiyor ki bu akıntı tersine dönsün. İnsan, eşref olabilme kabiliyetine ulaşabilsin. Hikmetle birleşen kudret, hakkı ve hakikati açığa çıkarır. Bu da gözlerdeki, gönüllerdeki, zihinlerdeki perdeyi aralar