Tartışmak mı? Yoksa doğruyu bulmak için konuşabilmek mi? Tartışmak için tartışılan konu hakkında bir şeylerin bilinmesi veya bilindiği zannedilmesi ve sadece tartışan kişilerin iki tarafının da kendilerince doğru kabul ettikleri bir konunun olması yeterlidir. Hele birde tartışılan konu, kişilerin kendileri adına hayati önem taşıdığını düşünmeleri, bulunulan ortamın hararetinin artması ve ortamdaki elektriğin yükselerek her iki tarafın da birbirlerine zarar verecek noktaya gelmesi hesap bile edilemez hal alıverir.
Zamanın birinde âlimin birisi oğluna bir tavsiyede bulunur. ‘’Evlat arkadaşlarınla şu konularda sakın tartışmaya girmeyin. Çünkü birbirinize zarar verirsiniz’’ der. Çocuk ‘’baba sizde arkadaşlarınızla o konuları tartışıyorsunuz’’ diye söylenir. Bunun üzerine âlim zat evladına ‘’Oğlum, biz doğru fikrin karşı taraftan çıkacağı düşüncesiyle fikirlerin zenginleşmesi adına konuşuyoruz. Ama siz, kendinizin şahsi fikrinin karşınızdaki kişilere galip gelmesi adına tartışıyorsunuz.’’ der. Evet, yanlış olan konuşma yöntemi, birbirine faydası olma adına olmayıp galip gelme veya benim fikrimi herkes kabul etmek zorundadır düşüncesindeki konuşma gibi olan tartışmalardır. Böyle durumların insanlara fayda vermeyeceği gibi kırıcı olarak kalplerin arasına mesafe konması tehlikesini de doğurur.
Bir fikir veya konu toplumun içinde bulunduğu iyi ya da kötü duruma kesin çözüm değil veya toplumun hayrına bir bakış açısı olmayacaksa kimsenin bilmesi gerekmeyeceği gibi tartışma konusuda olmamalıdır. Fikirler ve düşünceler söze veya eyleme dökülmedikçe kişinin kendisini bile bağlamazken bir tartışma ortamı oluşturarak kalplerin arasına mesafe girmesine sebep olmak ne kadar doğrudur bir düşünelim. Nedendir bilmem ama bazılarına göre genetik kotlar olarak ifade edilen sebebe dayandırılan bu sabırsız ve itici yöntem toplumumuzda hâkim vaziyettedir. Ama kimseye bir fayda sağlamadığı ortadadır.
Ömer’i, Hz. Ömer yapan ‘’yanılırsam ne yaparsınız’’ ifadesinde kendini bulmaktadır. Harun Reşidi iyi birisi yapan sürekli kendini acımasızca uyardığı söylenen Behlül’ün varlığı olsa gerektir. Ölçülü olmak şartıyla yerine göre acımasızcaymış gibide görünse yerinde olan eleştiriler iyidir. Padişahım çok yaşa tarzındaki yaklaşımlar, bulunulan yerin körlüğüne sebep olacağından tavsiyede edilmemiştir. Bulunduğu yerin ve konumun gereği olarak Adil olmak ve ahlakını muhafaza ederek bulunduğu yerin hakkını vermek hepimizin imtihanıdır.
Dünya hayatının geçiciliğini düşünüp hayatı bırakıvermek yerine, bu geçici dünyanın bizi kendisine köle etmesine müsaade etmemek asıl olmalıdır.