Ülkemizin en büyük sorunlarından biri de, yaşadığımız deprem, sel, çığ, tren faciası ve maden ocağı gibi felaketlerden gereken dersi almıyoruz. Düşünüyorum da; bunca ihmalin, tedbirsizliğin, denetimsizliğin, kuralsızlığın, sahtekarlığın olduğu yerde yaşamamız bile tesadüflere bağlı. Yaşayanların da ne derece sağlıklı olduğu tartışılır. Bu yüzden her geçen gün engelli sayımız artmakta, kanserli hasta sayısı hızla çoğalmaktadır. Halbuki her konuda zamanında tedbir alınsa, doğru dürüst denetim yapılsa, yaşanan olaylar felaketle sonuçlanmayacak en azından az zararla atlatacağız. Biz ne yapıyoruz her şey olup bitikten sonra tedbir almaya, felaketin boyutlarını tartışmaya başlıyoruz. Örneğin, Türkiye bir deprem ülkesi olmasına rağmen, depremle ilgili alınması gereken önlemleri zamanında alsaydık, belki de depremle ilgili can v e mal kaybı bu kadar fazla olmazdı. Deprem olduktan sonra, başlıyoruz depremle ilgili önlemleri konuşmaya ve bilim adamlarının görüşlerine kulak asmaya...
Maden ocaklarında kaza oluyor, başlıyoruz maden ocaklarını konuşmaya. Maden ocaklarıyla ilgili sorunlara yönelik önlemler önceden alınsa, belki de felaketin boyutu bu kadar olmayacak, yüzlerce işçi hayatını kaybetmeyecek ve acılar yaşanmayacak... Allahtan acılara dayanıklı bir milletiz de, kısa sürede yaşanan bu acıları bir süre sonra unutuyoruz.
- Ne zaman deprem olsa; başlıyoruz depremi konuşmaya. İlim-bilim adamlarının uyarılarını dikkate almaya...
- İş kazalarının en çok yaşandığı ülkelerin başında gelmemize ve her yıl binlerce işçi iş kazası sonucu hayatını kaybetmesine rağmen, ne zaman iş kazasında yüzlerce işçi hayatını kaybetse, başlıyoruz işçi sağlığı ve iş güvenliğini konuşmaya...
- Son 10 yılda 50 binden fazla insanımızın yaşamını yitirdiği trafik kazalarında, ne zaman katliam gibi trafik kazası olsa, başlıyoruz trafik kazalarını konuşmaya ve önlem almaya...
- Ne zaman kadın cinayeti olsa, başlıyoruz kadına yönelik şiddetti konuşmaya...
- Ne zaman şiddetli yağmur sonucu sel felaketi yaşansa, başlıyoruz kentlerimizin altyapı yetersizliğini konuşmaya...
- Ne zaman sağlığımızı tehdit eden bozuk ve sahte gıda sürülse piyasaya, başlıyoruz denetimi konuşmaya...
Ülkemiz açısından bu örnekler saymakla bitmez. İnsan sağlığı ve insan hayatı elden gittikten sonra, felaket olduktan sonra, tedbiri konuşsanız ne olur, konuşmasınız ne olur. Son bir haftada sadece deprem ve çığ felaketinde 80 vatandaşımızı kaybettik.
Ülkede vurguncular, dolandırıcılar, sahtekarlar iş başında ve piyasada cirit atıyorlar. Denetim deseniz, sadece göstermelik. Başta trafik olmak üzere hiçbir konuda kurallar işlemiyor. Halkımız kuralsız yaşamak için, yöneticilerimiz de sorumluluk almamak için ellerinden geleni yapıyor. "Kim kime, dum duma", "Böyle gelmiş böyle gider" mantığı ile yönetmeye ve yönetilmeye devam ediyoruz. Yaptığımız tek iyi iş, buna iyi iş denirse, o da 7’den 70’e cep telefonuyla konuşmak ve mesajlaşmak. Cep telefonuyla konuşmada ortam ve sınır tanımıyoruz. Neredeyse kazancımızın 3'te birini cep telefonu konuşmalarına ya da yeni ve pahalı telefonlara harcıyoruz.
Bu millet, Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda ne acılar gördü, ne yoksulluk yaşadı. Bir karış toprağı, vatanı, onuru ve bayrağı için yüz binlerce şehit verdi. Niçin? Daha iyi bir Türkiye olsun diye, daha iyi bir Türkiye'de insanca ve hakça yaşayalım diye… Ama bugünkü Türkiye'de, daha doğrusu yeni Türkiye'de insanca ve hakça yaşanıyor mu? Ülkeyi soyanın, çalanın, çırpanın yanına kar kalıyor. Kızılay gibi bir kurumu, birilerine para aktaran aracı bir kurum haline getiren bir devlet yönetiminden, bu olup bitenlere seyirci kalan bir milletten ne beklenir!