İnsanoğlunun doğaya ve tabiata aşırı dopingi dünyayı yorgun, frenlenmeyen ihtiraslarda insanı hasta yaptı. Nasıl bulutlar neme doyduğu zaman adeta deşarj olup boşalma ihtiyacı duyuyorsa; maneviyata susayan insanlıkta şarj olma sinyalini görüp deşarja girdi.
Dünyadaki düzenler, yönetimler, ekonomiler, insanlar, salgın öncesi gafletteki doymak bitmek bilmeyen iştahlarına; gözle görünmeyen bir virüs adeta bir neşter vurarak kendilerine gelmeleri için derin hülyalardan alıp, sığ limanlara çekerek bir sınava koydu. Salgından önceki dünyada yaşanan zulmün, adaletsizliğin, işkencelerin, açlığın mimarı olan insanlar, imdat çığlıklarını duyduğu yaşanan zulmü adeta bir film gibi izlediği halde, bunlara müdahale için nefsine dur demesini bilemedi. Yaşanan acı çığlıklara sağır; zulme karşı görmez oldu. İnsanoğlunun duyumsuzluğu, insanlara zarar verdiği gibi, doğa ve tabiata da sıçrayarak dünyayı bir mutasyona uğrattı.
Nükleer santraller, hava kirliliği, ormanların tahrip edilmesi, türlerin sayısının tükenmesi, aşırı nüfuslanma, buzulların erimesi, bu gibi gelişmelere kayıtsız kalıp, önlem alma yollarına gidilmemesi de dünyamız bu aşırı yüklenmelere karşı dayanamayıp, adeta aşırı sendromlar göstermeye başladı. İnsanlığın yaşadığı evrimlere tabiatta yenik düştü. Şimdi insanlık gibi tabiatta sessiz bir inzivaya çekilip toparlanma molasına girdi. Bir hadiste anlatıldığı gibi “Şüphe yok ki Allah, insanlara hiçbir surette
Zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmü eder” hadisiyle ne yaptıysa insanlar kendilerine yaptı. Tıpkı ne ekersen onu biçersin misali. Diken ekersen gül toplayamazsın atasözlerimizdeki gibi.
Maddiyatın esiri olan insanlar zev kü sefanın verdiği hazza dalıp, insanı insan yapan manevi hayatın ikliminde güneşlenmeyi bilemediler. Nasıl ki bir insan yaşamak için gıdaya ihtiyaç duyuyorsa; insanın kalbi ve vicdanı da manevi bir beslenmeye ihtiyaç duymaktadır. Merhametin, iyiliğin, adaletin, doğruluğun, inancın, ahlakın, erdemin, manevi hayatı besleyen bire bir unsurları olup, bu meziyetlerin değerini bilen insanlara adeta ahirette cennetin kapılarını açmada bir anahtar gibidir. Gün itibarını ve yönünü kaybetmiş insanlığa itibarına ve yönüne kavuşma yönünde hesaba çekilme günüdür.
Bir hadisi şerifte anlatıldığı gibi:
“Allah’ım ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, kabul olmayan duadan, fayda vermeyen ilimden” sana sığınırım. Bizde bu hadisi şeriften esinlenerek siz değerli okuyucularımıza elimizden geldiğince fayda vermek için bir uğraş vermekteyiz. Bu nedenle olumlu olumsuz, öneri ve eleştirilerinizi bekler, saygı ve sevgilerimi sunarak bir hikaye ile tamamlamak istiyorum.
ÖNYARGILAR GÖRÜŞÜNÜZÜ KAPATABİLİR
Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu, doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardı. Kadın kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başladı. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmazdı. Her ne kadar da evcil bir hayvan olmasa da oldukça uysallaşmıştı. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğdu. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zordu. Günler geçti. Kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kaldı.
Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardı. Aradan biraz zaman geçti, ve anne eve geldi. Gelinciği ve kanlı ağzını gördü. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırdı ve oracıkta öldürdü hayvanı. Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyuldu. Anne odaya yöneldi...
Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği, ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı gördü.