Aile yapısal olarak öncelikle dayanışma ve istişarenin, sevgi ve saygının, kültür ve inancın yaşayarak öğrenildiği kadim bir mektep, mikro bir devlet, kutsal bir müessesedir. Bu yönüyle aile;bireylerin yetişmesinde, toplumların yerleşmesinde, devletlerin yaşamasında ve medeniyetlerin yeşermesinde ahlaki eşsiz bir konuma sahiptir.
Ailenin böylesi önemli mevkiine rağmen bazı dönemlerde gerek siyasal, gerek ideolojik, gerekse küresel nedenlerden dolayı aile kurumunda ciddi yıpranmalar meydana gelmiştir. Bu minvalde özellikle 19. yüzyıldan itibaren yaşanan küresel gelişmeler zamanla Batı’nın değerleriyle bütünleşerek emperyalist tahakküme dönüşmüştür.Küresel bir pazar ve mantalite hâkim kılınmak suretiyle mekânlardan yiyeceklere, izlenilen programlardan devlet kurumlarına tüm insanlık bir ahlak buhranı ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bundan dolayı insanlık, özellikle aile boyutuyla çıkmaz bir sokağa itilmiştir. Bu durum maalesef milletlerde bireysel, toplumsal ve medeni yaşama ilişkin temel değerlerden yoksun yeni bir kuşağın ortaya çıkmasına kapı aralamıştır
Tüm insanları ve milletleri doğrudan ilgilendiren aile ve yapısı, faizci kapitalist emperyalist anlayışın bir ürünü olarak kutsal bir müesseseden çıkar birlikteliğinin temele alındığı bir yapıya hızla dönüşmektedir. Kadın ve erkeğin rol ve görevlerinde toplumsal ve kültürel yapıyı bozucu değişimler yaşanmaktadır. Kadın çalışma alanına bilinçsiz bir şekilde itilmiş, erkek ise aile meşguliyetinden farklı gündemlere çekilmiştir. Buna bağlı olarak aile içindeki tüm dengeler altüst olmuş ve aile bireylerinin bağları zayıflatılmıştır.
Aile yapısı üzerinden ifade edilen bu meseleler aslında milletimizin özünü teşkil eden hakka, adalete ve merhamete dayalı aile anlayışının yeniden hayata geçirilmesi gibi bir medeniyet ihdasını da tekit etmektedir. Bu da ancak insanı merkeze alan “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışına sahip, ailenin ve fertlerinin tüm fıtri/ doğal haklarını her türlü ifsada karşı koruyan ve kollayan bir zihniyetin tesisi ile mümkündür.
Devam edecek